“Mogador sakinlerine göre Fatma tanımadıkları bir bedenden daha uzak bir şeye dönüşmüştü. Tanıdıkça ona yabancılaşıyorlardı. Düşüncelerinin neyi gizlediğini bilmeden onu o hâlde görenler kendilerinden bir parçayı ona atfediyordu. Asabiler onu asabi görüyor, soğuğa dayanamayanlar zatürreye yakalandığını iddia ediyor, eşyalarını yitirmekten korkanlar kendi kendilerine onun hangi hırsızlığın suç ortağı olduğunu soruyor, tüccarlar bu denli kötü bir sonuca yol açacak şekilde kendini kime sattığını bilmek istiyor ve onda herhangi bir suçun kokusunu alamayanlar bacakları arasındaki kıvrımların çekiciliğini hayal ederek düşüncelerini boşaltmanın bir yolunu her şekilde buluyorlardı.”
Rüya şehir Mogador’la ilk kez Alberto Ruy-Sánchez’in Dokuz Kere Şaşkınlık adlı romansında tanışmıştık. Doğu mistisizmini kalıplarından çıkarıp yeniden şekillendiren Ruy-Sánchez, sizi tekrar tutkulu bir anlatıya davet ederken rüya ile coğrafya arasındaki ilişkileri şaşırtıcı biçimlerde kurguluyor. Havanın Adları, derinin ve şehvetin fallarıyla melankolinin, hiçliğin yazgısını yaşayan bir kadının hikâyesi.
Mogador’un rüzgârını teninde gezdiren Havanın Adları, sakin limanları, hamamları, gidilen, ardından dönülen yerleriyle ve Çağdaş Meksika Edebiyatının en önemli yazarlarından Ruy-Sánchez’in ayrıştırılamaz biçemiyle alışık olunmayan bir sesi taşıyor. 1975’te Fas’a yaptığı seyahat esnasında kendisini derinden etkilemiş olan Essaouira kentini gördükten sona Ruy-Sánchez’in, Mogador’u inşa ettiği bilinir. Mogador ya da Essaouira, bize dünyanın aşk ve huzur dolu bir yer olduğunu hatırlatıyor ve Latin Amerika ve Arap kültürleri arasında bir köprü kuruyor.